Şimdiye kadar çıkan Ordu il Yıllıklarında, diğer birçok ansiklopedi ve popüler yayınlarda, Ordu yöresinin Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında Trabzon ile birlikte fethedildiği yazılıdır. Dolayısıyla araştırıcı olmayıp sadece yaşadıkları bölge hakkında bilgi edinmek isteyen ve kolayca ulaşabildiği söz konusu bu yayınları okuyan Ordu’luların zihnine de, bu yanlış bilgi yerleşmiştir. Halbuki bölge, Osmanlı’lar tarafından değil, 1380’ ler de ,Hacıemiroğulları tarafından fethedilmiş: 1427 yılında da Osmanlılar tarafından ilhak edilmiştir.
Yanlış, sadece bölgenin fethi konusundan ibaret değildir. XIX.yüzyıldan itibaren yaşadığımız kültür değişmeleri sonucunda ülkeyi etkisi altına alan pozitivist düşüncenin yayılmasıyla , toplumumuzun tarihi kimliğini oluşturan ve onun sürekliliğini sağlayan geleneksel bilgi ilmi araştırma ve tahlillere tabi tutularak doğrusu yanlışından ayrılmaksızın toptan reddedilip yıkılmaya çalışılmış ,bölgenin fethini gerçekleştiren ve mezarları yatır haline gelmiş olan tarihi şahsiyetler ,yine yukarıda bahsettiğim yayınlarda boş inançlar ve hurafeler olarak nitelendirilmiştir. Böylece altı yüz yıllık Türk dönemi tarihi unutularak,Ordu bölgesi ,tarih dışına itilmiştir.İşte bu sebebledir ki,XIX.yüzyılda ,Osmanlı Devleti’ nin taşradaki nüfusunun azalması sonucunda ,Osmanlı Devleti üzerinde muhtelif siyasi emeller besleyen büyük güçlerin de destek ve yardımlarıyla ,bölgeye yerleşen Rumların ve Ermenilerin Milli Mücadele öncesinde ve sırasında çıkardıkları huzursuzlukların hatıraları Türk öncesi ile bütünleştirilerek zihinler iyice bulandırılmıştır.Tarih ciddi olarak araştırılıp sorgulanarak, temellendirilmiş gerçeklikler açık seçik ortaya konulmadığı sürece böyle bir manzarayla karşılaşmak kadar tabii bir şey olamaz.
Son yıllarda, Ordu yöresi üzerinde ilmi araştırmalar başlatılmış olup bunlar sürdürülmektedir.Bu çalışmalardan en önemlisi, Türk Tarih Kurumu tarafından yürütülen Sondaj Metoduyla Türkiye ‘ nin Ekonomik ve Sosyal Tarihi projesi çerçevesinde başlatılmış bulunan Ordu Yöresi araştırmalarıdır.Ordu yöresi, bu proje kapsamında incelemeye alınan on bölgeden birisidir.
Projeye göre, ele alınan bölgenin bir taraftan kaynakları yayınlanmakta bir taraftan da bu kaynaklardan hareketle tahlili değerlendirmeler yapılarak yayınlanmaktadır. Bu çerçevede yayınlanan ve yayınlanmaya hazırlanmış ve hazırlanmakta olan çalışmalar şunlardır:
1.Bahaeddin Yediyıldız, Ünal Üstün ,Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları 1-1455 Tarihli Tahrir Defteri-Türk Tarih Kurumu Yayını,Ankara,1992.Bu eser,Fatih Sultan Mehmed döneminde Ordu yöresinde yaşayan toplum ,bu toplumu oluşturan zümreler ,bunların statüleri,iktisadi vaziyetleri,birbirleriyle ve yörenin geleneksel kültürü hakkında değerlendirmeler yapılmıştır.Kitabın sonuna da yer adları,şahıs adları ve terimler ile ilgili dizinlerden konulmuştur.Böylece diğer kaynaklar yayınlandıkça bu dizinlerden hareketle karşılaştırmalı değerlendirmeler yapma imkanı olacaktır.
2.Bahaeddin Yediyıldız , Ünal Üstün .Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları II-1485 Tarihli Tahrir Defteri-Bütün çalışmaları tamamlanmış olup, yakında Türk Tarih Kurumu yayınları arasında çıkmıştır.
3.Bahaeddin Yediyıldız. Mehmed Öz. Ünal Üstün ,Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları III-1520 Tarihli Tahrir Defteri nin Ordu ve Samsun ile ilgili Bölümleri.Bu kaynağın da yayına hazırlık çalışmaları ve dizgi işlemleri bitmiştir. Türk Tarih Kurumu Yayınları arasında çıkmıştır.
4.Bahaeddin Yediyıldız. Mehmet Öz .Ünal Üstün, Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları IV-1547 Tarihli Tahrir Defteri .Hazırlık çalışmaları tamamlanmış olup, yakında basımı için Türk Tarih Kurumuna teslim edilecektir.
5.Bahaeddin Yediyıldız, Ünal Üstün ,Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları V-1613 TarihliTahrir Defteri. Baskıya hazırlama çalışmaları sürdürülmektedir.
6.Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları VI- 1643 Tarihli Avarız Defteri. Bu defterde de köylere varıncaya kadar idari yapılanma, nüfus sosyal yapı ve ekonomi ile ilgili veriler bulunmaktadır. Yayına hazırlık çalışmaları devam etmektedir.
7.Bahaeddin Yediyıldız , Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları VII- Vakfiyeler- Ordu yöresinde Hacı Emiroğulları’ndan Osmanlıların sonuna kadar kurulan Vakıfların vakfiyeleri Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi taranarak derlenmiştir.Yeni yazıya çevirme çalışmaları devam etmektedir. Bir değerlendirme ile birlikte yayına hazırlanmaktadır.
Bu kaynak dizisi, arşivlerden ve kütüphanelerden çıkarılarak diğer defter veya belge kolleksiyonlarıyla olduğu kadar saha araştırmaları sonucu bölgeden derlenen , kitabeler, efsaneler. vs…gibi veri koleksiyonlarıyla devam edecektir. Yayınlanmış ve yayına hazırlanmakta olan kaynaklardan hareketle bazı araştırmalarda yayınlanmış bulunmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
Bir taraftan bu ilmi kaynak ve araştırmalar, diğer taraftan saha üzerinde bizzat kendisinin topladığı efsane, kitabe ve benzeri türdeki verilerden hareketle Ordu ve ilçeleri hakkında popüler yayınlar yapan Sıtkı Çebi’nin kitaplarını da burada zikretmek gerekir.Tarihi gerçeklerin geniş kitlelere ulaştırılmasının en iyi yollarından bu tür popüler eserlerin yaygınlaştırılmasıdır. Bu açıdan ,Sıtkı Çebi’nin eserleri büyük bir görev ifa etmektedir. Bunlar arasında, daha önce yazmış olduğu Ordu İli ve 50. Yılda Ordu Şehri (Ordu, 1973 )ve Çağlar İçinde Ordu (Ordu, 1978) gibi eserleri yanında özellikle yukarıda bahsedilen kaynak ve araştırmaları popülerleştiren Bütün Yönleriyle dünden Bugüne Ulubey (1995) Madenin Nabız gibi Attığı Yer Kabadüz (1996),Kabataş İlçesi ve Köylerinin Tarihi (1991) Gülyalı (Ebülhayr) ve Köyleri Tarihi (1990) .Fatsa, Bolaman,Akkuş, Aybastı,Kumru,Korgan’ın Tarihleri(1985),Çamaş’ın Tarihi (1991) gibi yayınları kolay okunabilirliği ve dağıtımı,dolayısıyla da bilginin popülerleştirilmesi açısından son derece önemlidir.Diğer taraftan,Sıtkı Çebi’nin Ordu Efsaneleri,Ordu Evliyaları ve benzeri çalışmaları bölgedeki folklorik verileri topladığından ilmi araştırmalar için önemli kaynak olma niteliğini taşımaktadır.Mithat Baş’ın Mesudiye(İstanbul,1982)’si gibi eserler de bu açıdan önemlidir.Bu bakımdan Sıtkı Çebi’nin toplamış olduğu verileri ihtiva eden çalışmalarından bazılarının,yukarıda bahsettiğimiz Ordu Yöresinin Kaynakları dizisi içinde yayını düşünülmekte ve bu yöndeki çalışmalar sürmektedir.
Bu araştırmalar ve değerlendirmeler devam edecek;bütün kaynakların yayını tamamlandıktan ve bu kaynaklar üzerinde beşeri bilimlerin bütün dallarıyla ilgili bilim adamlarının tahlil ve yorumları da yayınlandıktan sonra.Ordu tarihi hakkında genel bir sentez gerçekleştirilecektir ki,işte asıl Ordu tarihi o zaman ortaya çıkmış olacaktır.Ordu ile ilgili olarak bugüne kadar yayınlanmış bilgi ve belgelerin listesini ihtiva eden Ordu yöresi “bibliyografya sı olarak,şimdilik Sıtkı Çebi’nin Ordu Yöresi Tarihi Bibliyografyası (Vakıflar Dergisi,Ankara.1994,sayı:XXIII,s.343-352)adlı denemesinden yararlanılabilir.
Biz şimdi burada bir iki paragraf halinde, Ordu Yöresi’nin Türklerden önceki durumunu, Türklerin yöreyi nasıl fetih ve iskan ettiğini ve Osmanlılar dönemindeki genel yapısını anlatmaya çalışacağız. Bu şüphesiz tafsilatlı ve tasviri bir tarih olmayacak, önemli bazı noktaların vurgulanmasından ibaret kalacaktır.
Yunan tarihçisi Ksenophon(d.M.Ö.431)’nun Onbinlerin Dönüşü(1962,1984)adlı eserine göre,Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde,M.Ö400 yılında,Kolhlar,Driller,Mosinoikler,Halibler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan yerli halklar yaşıyordu.
M.Ö675’lerden itibaren,bu bölgeye,sırasıyla Kimmerler,Miletoslular(Miletliler)(656’larda),Persler(M.Ö.547’de),Makedonyalı İskender(M.Ö.334’de)ve komutanları(M.Ö.312-280)hakim oluyor.Bundan sonra bölgede yaklaşık üçbuçuk asırlık bir ömür süren Pontus Devleti (M.Ö.280-M.S.63)gözüküyor.Bu devleti,Roma İmparatorluğu ortadan kaldırıyor ve bölgeyi 395’te Bizans(Doğu Roma)İmparatorluğu devralıyor.Bu arada zikredilmesi gereken önemli bir hadise deM.S.324 yılında bölgede hristiyanlığın yayılması hadisesidir.
Bilindiği üzere 1204 yılında,İstanbul Latinler tarafından istila edilmiş,bunun üzerine,Bizans Komnenoslar hanedanından I.Andronikos’un torunları Aleksios ve David İstanbul’dan kaçarak Trabzon’a gelmişler ve Gürcü kraliçesi Tamara’nın da desteğiyle Trabzon İmparatorluğu’nu kurmuşlardır.(1204-1461).Bilindiği üzere bu devlete Fatih Sultan Mehmed son vermiştir.İşte Ünye’den Giresun’a kadar uzanan Orta Karadeniz Bölgesi,diğer bir ifadeyle Ordu ve yöresi,Osmanlılar tarafından değil,1270’lerden 1380’lere kadar uzanan uzun bir süreç içinde diğer Türk gruplarının özellikle Hacı Emiroğullarının mücadeleleri sonucunda fethedilmiştir.Bu fetih üzerinde ciddi bir surette durulması gerekmektedir.Çünkü bu,özel orduların yerli halka boyun eğdirerek gerçekleştirdiği bir fetih değil fakat ordu biçiminde teşkilatlanmış bir uç beyliği halkının fethidir;bu fetih,söz konusu yeni halkın yeni bir toprakla bütünleşerek orayı iskan edişi ve orayı vatanlaştırması biçiminde cereyan eden bir fetih olayıdır.Osmanlı döneminde Ordu ve yöresinin sosyal tarihi,bu fetih sırasında ve sonrasında oluşan yapılanmanın devamından başka bir şey değildir.Bu sebeple,Osmanlı dönemi Ordu etnik ve sosyal yapısını,siyasi,dini ve iktisadi tarihini anlayabilmek için,fethin nasıl gerçekleştiği ve fetih sonrasında bu bölgede nasıl bir sosyal,idari ve iktisadi yapı oluştuğunu bilmek ve anlamak gerekmektedir.Şimdi kısaca bunu görmeye çalışacağız.Ancak bundan önce,Trabzon İmparatorluğu zamanında Canik dağlarının arkasında neler olduğuna da bir göz atmak gerekmektedir.
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere,XIII.yüzyıl başında,Karadeniz’in Samsun’dan Rize’ye ve Canik dağları zirvelerinden sahile uzanan bölgesinde Trabzon Devleti(1204-1461) vardı.İstanbul Latinlerin elindeydi.Batı Anadolu’da İznik Devleti kurulmuştu.Bunlar dışında bütün Anadolu Selçuklular tarafından XI.yüzyıldan bu yana Türk iskanına açılmış ve burada güçlü bir müslüman Türk medeniyeti kurulmuştu.Sinop’tan Karadeniz’e açılan Selçuklu Devleti,şüphesiz Trabzon’u tehdit ediyordu.1233’te Selçuklular tarafından gerçekleştirilen Trabzon seferi,sonuç vermedi.Bununla birlikte,Trabzon Devleti genel olarak Selçuklulara bağımlı idi.Ne var ki,iki devlet arasındaki barış içinde birarada yaşama süreci ancak 1243 yılında Anadolu’nun İlhanlılar tarafından istilasına kadar devam etti.
Anadolu’daki Moğol hakimiyeti kısa sürmüş,fakat bölgenin yapısında büyük değişmelere yol açmıştı.Bu değişmenin en önemli sebebi,Moğol istilasıyla birlikte,çok sayıda Türk aşiretinin XI.yüzyılda olduğu gibi,Anadolu’ya göç etmiş olmasıydı.İlhanlılar bu aşiretleri kontrol altına almakta zorlandı.Zaten son İlhanlı valileri de merkeze karşı isyan ettiler.İşte bu iki sebeple,XIII.yüzyılın ikinci yarısında ve XIV.yüzyılın başlarında Anadolu’da birçok Türk Beyliği kuruldu.
Son İlhanlı valisi Uygur kökenli Eretna,bir dizi isyandan sonra,1341’de bağımsızlığını ilan etti.Merkezi önce Sivas sonra Kayseri olan Eretna Devleti(1335-1381),Erzincan,Ankara,Tokat,Amasya,Samsun,Niğde,Niksar ve Karahisar’ı kapsıyordu.Eretna’nın 1352’de ölümüyle,oğlu Mehmet yerine geçtiyse de devlet zayıfladı ve 1359 ‘da onun da ölümüyle Orta Anadolu’nun birliği sona erdi.Valiler bağımsızlıklarını ilan ettiler.Özellikle hristiyanlarla olan sınır bölgelerinde yeni Türk beylikleri ortaya çıktı.Bunlar gazi Türkmen beylikleriydi.
Bu beyliklerden Trabzon Devleti’ne sınırdaş olanlar arasında,Sivas’ta Eretnalıların yerine geçen Kadı Burhaneddin Devleti,Bayburt ve Erzincan Beyleri,merkezi Milas(Mesudiye)olan Hacı Emiroğulları Beyliği ve merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği vardır.Trabzonlular,bu devlet ve halklarla ve yine Doğu Anadolu’da bir Türk konfederasyonu olan Akkoyunlularla ilişki içindeydiler.Görüldüğü gibi Trabzon Devleti irili ufaklı bir çok Türk siyasi teşekkülü ile sarılmış vaziyette bulunuyordu.
Ordu ve çevresinin Türkler tarafından fethedildiği XIV.yüzyılda,Trabzon Devleti’nin çevresindeki Türk Beylikleriyle ilişkileri hakkında bilgi alacağımız önemli iki kaynak mevcuttur.Bunlardan biri,Trabzon Devleti’nin önemli olaylarını not eden Trabzon saray tarihçisi Panaretos’un Kronik’i,diğeri ise,Kadı Burhaneddin’in yakını olan Aziz b.Erdeşir-i Esterbadi’nin Bezm u Rezm (çev.M.Öztürk,Kültür Bakanlığı Yayını,Ankara 1990)adlı eseridir.
Bu kaynaklardaki verilere göre,Trabzon İmparatorluğu’nun XIV.yüzyıl boyunca Türklerle sürekli çatışma halinde olduğunu,yüzyılın ilk yarısında karşılıklı baskınlarla devam eden ilişkilerin,daha sonraki dönemde Trabzon imparatorlarının kızlarını Türk beyleriyle evlendirmek suretiyle akrabalık ilişkileri kurarak barış ortamları hazırlama biçimine girdiğini ve böylece varlıklarını koruduklarını;bununla birlikte baskın ve çatışmaların yine de devam ettiğini anlıyoruz.
Gerçekten, 1276’da Karamanlı Mehmed Bey’in Konya üzerine yürümesini fırsat bilen Trabzon İmparatoru,1277’de denizden Sinop’a saldırmış,ancak Çepniler tarafından bozguna uğratılmıştır;bunun üzerine bazı Türk grupları Samsun sahil şeridini takiben doğuya doğru ilerlemişler,Karadeniz dağlarında yayla yapan Türk grupları ise Harşit Deresi,Aksu,Melet Suyu,Bolaman Deresi ve benzeri vadilerden sahile doğru inmeye başlamışlardır.Yaylalardan sahile uzanan mesafe 70-80 km civarındadır.Bu kadar kısa bir mesafe,muhtemelen arazinin dağlık olması sebebiyle,ancak 120 yıllık bir zaman dilimi içinde fethedilebilmiştir.Bu 120 yıllık süre,Trabzon İmparatorluğu ile Türk gruplar arasında mücadele ile geçmiştir.Bunlardan bazılarını,Panaretos’un Günlüğü’nden hareketle hatırlatmak yerinde olacaktır.(1)
Çepni boyları,1297’de Ünye’yi fethetmiş,doğuya doğru ilerleyerek Trabzon’a akın düzenlemişlerdir.Fakat bir Çepni grubu,1301’de Giresun’da yenilgiye uğramıştır.Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kurucusu olan Bayram Bey,1313’de Trabzon İmparatorluğu sınırları içindeki bir Pazar yerini basmıştır.30 Ağustos 1332’de Hamsiköy yakınlarına kadar gitmiş;fakat geri püskürtülmüştür.
1340’daKomnenoslar,Trabzon’un güney yaylalarındaki Akkoyunlulara saldırır.Akkoyunlular ise,1341 ve 1343’te birkaç defa Trabzon’a akın yaparlar.Hiçbir taraf amacına ulaşamaz ama,her iki taraf da büyük ölçüde insan ve mal kaybına uğrar.
1348 haziranında Akkoyunlu Beyi Turali Bey, Erzincan Hakimi Gıyaseddin Ahi Ayna Bey,Bayburt Hakimi Rikabdar Mehmed Bey ve Kuzey Doğu Suriye’deki Türkmen Reislerinden Bozdoğan Bey,ittifak halinde Trabzon’u kuşatırlar;üç günlük bir savaştan sonra yenilirler ve birçok kayıp vererek geri dönerler.
Türklerin yenilmesine rağmen birçok Türk boyunun birlikte Trabzon’a kadar ilerleyip şehri kuşatabilmeleri ve geri çekilebilmeleri,Komnenosları psikolojik açıdan son derece yıpratmış olmalıdır.Bu sebeple,Türklerle dostluk arayışı içine girerler.Bu amaçla,kralın kız kardeşi,Kyra Maria(Despina Hatun),1352 yılında,Akkoyunlu Beyi Kutlug Bey(Turali’nin oğlu) ile evlendirilir.
Ne var ki,bu evlilik sürekli barış getirmemiştir..Zira,muhtemelen güçlendiklerini zanneden Komnenoslar,Panaretos’un ifadesiyle şeytana uyarak 1356 Eylülünde,Şiran’a karşı sefere çıkar ve 400 insan ve birçok at kaybederek geri dönerler.
1357’de Komnenoslar,Giresun’da İsa’nın doğumunu ve Yosun Burnu’nda ise “Işıklar Bayramı nı kutlarlar ve bu arada ondört Türk öldürürler.Panaretos’un bu ifadesine göre,demek ki, Türkler bu tarihlarde sahillerde dolaşmaktadırlar.
1358’de Bayram oğlu Hacı Emir,Maçka ve çevresine bir akın düzenler ve çok sayıda ganimet elde eder.Aynı sene,kralın kızı Teodora’nın Bayramoğlu Hacı Emir ile evlendirilmesi için hazırlıklara başlanır.
1361 Temmuzunda,Maçka ve çevresine,bu sefer Bayburt Hakimi Hoca Latif,seçme dört yüz askeriyle bir akın düzenler;fakat gafil avlanarak altı askeri ve kendisi öldürülür.Kesilen başlar,zafer alameti olarak,Trabzon çevresinde dolaştırılır.
Aynı yıl,Bayram oğlu Hacı Emir Giresun üzerine yürümüş;Türkler yukarı Harşit vadilerine yerleşmiş;Kürtün Beyi Melik Ahmed “Bedreme (Bedirme)(Petroma) Hisarını fethetmiştir.Aralık ayında,Komnenoslar kralı Halibya’ya çıkmış,karadan Giresun’a gelerek Hacı Emir’i takip etmiş ve bazı Türkleri esir almıştır.
1362 Ekiminde,Erzincan Beyi Ahi Ayna Bey,Gümüşhane’de Bahçecik(Galocha)şatosunu kuşatır.Ancak başarılı olamaz.Bütün yıl boyunca,hıyarcık(Adenit)hastalığı ve veba salgını birçok insanın ölümüne sebep olur.Şiddetli yaz sıcağı da çeşitli hastalıklara ve göçlere yol açar. Yine bu yıl Çelebi Taceddin,Kıralın kızına talip olur.
1365’te kıralın damadı Emir Kutlug Bey,karısı Kyra Maria(Despina Hatun)ile birlikte Trabzon’a kayınpederini ziyarete gelir.
1369’un ocak ayında,Kılıçarslan Komnenoslar ülkesine(Chaldee) girer;Gümüşhane’nin Bahçecik(Golacha)’i Türklerin eline geçer.Yöre halkı ya çarpışmalar sırasında ölür,ya da bölgenin uğursuz mağaralarında kaybolurlar.
Trabzon Kıralı,1373 yılının Ocak ayında,Şiran’a karşı sefere çıkıyor;ancak Türklerin karşı koyması ve şiddetli kış yüzünden geri dönmek zorunda kalıyorlar.Türkler yüz kırk hristiyanı öldürüyor,büyük bir bölümü de soğuktan telef oluyorlar.
Kral kızı Eudocie’yi Ünye’ye götürerek Taceddin Çelebi ile evlendiriyor.
1380 yılının şubatında,Kıral IIIAleksios,Harşid deresi çevresinde bulunan Çepnilerin üzerine yürüyor.Askerleri iki koldan Petroma(Bedirme)kalesini ve yukarı Harşit bölgelerini yağmalıyor,her tarafı yakıp yıkıyor,ortalığı kan ve ateş kaplıyor.Vakfıkebir’de Türklerin eline geçmiş olan gemilerini kurtarıyor.Fakat Türkler de direnerek karşı koyuyorlar.Her iki taraftan da çok kişi yok oluyor.
1386’da Hacıemiroğulları Beyliği’nin başına geçen Süleyman Bey,1396-1397 yılında nihai olarak Giresun’u fethediyor.Böylece,orta Karadeniz Bölgesi Giresun’a kadar,bir daha geri dönmemek üzere Türklerin eline geçiyor.
Panaretos’un o yıllarda tuttuğu günlüğe göre,Trabzon İmparatorluğu ve çevresindeki Türk Beylikleri arasındaki ilişkilerin özeti bundan ibarettir.Ancak bu ilişkilerin tamamının bu günlüğe yansıdığını düşünmek mümkün değildir.Zira günlükte bizzat kıralı ilgilendiren,onun kendisinin katıldığı,ya da bizzat kendisinin karşı koymak zorunda kaldığı olaylar zikredilmektedir.Bunlar dışında,yaylalardan sahillere doğru ilerlemek isteyen Türklerle bunlara karşı koymak isteyen yerliler arasında,söz konusu yüz yıllık dönemde,daha yüzlerce olayın yaşandığını,fakat bunların yazılarak bize ulaşmadığını tahayyül etmek o kadar zor değildir.Nitekim yukarıda zikrettiğimiz 1455 Tarihli Tahrir Defteri’nden elde edilen veriler değerlendirildiği zaman,bu iddianın doğruluğu açık bir şekilde anlaşılmaktadır.Öyle anlaşılıyor ki,Giresun’un fethiyle noktalanan yüz yıllık mücadele sonunda Türkler bölgeye bütün varlıklarıyla,çoluk ve çocuklarıyla,aileleriyle birlikte yerleşmişler,toplu bir iskan politikası uygulayarak kendi düzenlerini kurmuşlardır.Fetih tamamlandığında,genelde,bölgenin büyük bir kesiminde yerli halktan kimse kalmamıştır.Yerli olarak bölgede sadece,ya muhtemelen Selçuklular veya Danişmendliler tarafından fethedilmiş olan İskefsir(Reşadiye) ve Milas(Mesudiye) bölgelerinde Türklerle iç içe yaşamaya alışmış olan hristiyanlar ya da 1390’lardaki son fetih harekatı sırasında Habsamana(Gölköy),Bolaman,Vona ve Öksün gibi kalelere sığınarak bölgede varlıklarını koruyabilen ve fetih sonrasında zımmi statüsünde Lozan’a kadar Türklerle birlikte burada hayatlarını sürdürmeye devam eden çok az sayıdaki hristiyan halk kalmıştır.Şimdi bu yorumu 1455 Tahrir Defteri’ ndeki verilerle temellendirmeye çalışalım.
Bilindiği üzere,Osmanlı’lar bir bölgeyi gayrimüslimlerden feth veya diğer müslüman Türk beyliklerinden ilhak ettiklerinde,oranın bir nevi kadastrosu demek olan tahririni yani yazımını yaptırıyorlardı.Ordu yöresi de 1427’de Hacıemiroğulları Beyliği’nden ilhak edilince yazdırılmıştı.Ancak bu yazımın sonucunu ihtiva eden “Hızır Paşa Defteri henüz ele geçmemiştir.İkinci yazım ise,İmparatorluğun diğer bölgeleriyle birlikte,Fatih Sultan Mehmed zamanında 1455 yılında gerçekleştirilmiştir.İşte bu yazımın sonuçlarını ihtiva eden Defter yukarıda da belirtildiği üzere günümüze kadar ulaşan ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Defter’dir.
Bu Tahrir Defteri’ne göre Ordu yöresinin resmi adı,Vilayet-i Canik-i Bayramlu me’a İskefsir ve Milas’tır.İskefsir ve Milas’ın adlarının ayrı ayrı zikredilmesi,öyle zannediyorum ki ,yukarıda da belirtildiği üzere,fetih ve iskan tarzının farklı olmasından kaynaklanmaktadır.Bu vilayetin alt idari birimlerinin adları da son derece ilgi çekicidir.Bunlar defterdeki sırasıyla şöyledir:
a.Bölük-i Pir Kadem Kethüda veled-i Çakır (ez takrir-i mezkur)
-Bu kayıttan sonra:Bölük’ün ilk köyü olan “Karye-i Meliklü,tımar-ı Yenice Ağa veled-i Mustafa Ağa .Bu köyün ilk şahsı da şöyle kaydedilmiştir. Pir Kadem .mezkur kethüda divanbaşı-yı Geriş-i mezkur Meliklü (s.370)-
b.Bölük-i Şemseddin Kethüda,divanbaşı,tabi-i Kebsil
-Şemseddin Kethüda’nın adı ayrıca bu Bölük’e bağlı Gücceklü köyünün mu’afları arasındadır. müsellem Şemseddin Kethüda,divanbaşı,eşmez (s.380).Bu da bölgeyi fetheden ve bölüğe adını veren Şemseddin Kethüda’nın hala hayatta olduğunu göstermektedir.-
c.Bölük-i Mustafa Kethüda, divanbaşı-yı Niyabet-i Kebsil
20.Niyabet-i Kırukili (ez takrir-i Kethüda Şeyh, divanbaşı )
Bölük,Geriş,Divan,divaniye,divanbaşı,Niyabet gibi terimler,bölgenin toplum ve yönetim yapısını anlamamıza yarayacak son derece önemli ip uçları vermektedir. Üstelik bu yapı, Osmanlı öncesi, diğer bir ifadeyle fetih sonrası yapıyı yansıtmaktadır. Daha önce başka bir yerde kısmen tahlil ettiğim fakat daha derinliğine irdelenmesi gerektiğine inandığım bu terimlerin hepsi hakkında burada da geniş olarak durmayacağım,çünkü yeri burası değildir. Fakat burada özellikle bölük kelimesi üzerine dikkat çekmek istiyorum.
Bilindiği üzere ,bölük kelimesinin ıstılah manalarından birisi Türk askeri teşkilatında belli sayıdaki askerden oluşan bir birliktir.1455’te Ordu Vilayeti’ nin idari teşkilat şemasını gösteren yukarıdaki bağlamda ise idari bir birim olarak gözükmektedir. Divan, niyabet ve nahiye de aynı şekilde idari birirm adlarıdır. Divan bölgenin mali acıdan, niyabet adli açıdan, nahiye ise coğrafi acıdan yapılan bölümlemeler sonunda ortaya çıkmış tabirler olarak gözükmektedir. Geriş’in de coğrafi anlamı vardır.Bölük ise doğrudan doğruya bir insan grubunu, askeri bir birliği ifade etmektedir. Dolayısıyla insan ilişkileri ve iskan açısından son derece anlamlıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Ordu bölgesi HacıEmiroğulları tarafından kesin olarak 1390’larda,yani 1455 yılı tahririnden 65 yıl önce feth ve iskan edilmiştir.İşte bu bölükler,askeri birlikler tarzında örgütlenerek bölgeyi feth ettikten sonra buralara yerleşen boy ve oymaklardır.Her Bölük’ün yerleştiği kısım bir idari birim olmuştur. Fetih sırasında başlarında bulunan kişinin adı da bu idari birime ad olarak verilmiştir. Bunların büyük bir kısmı açık olarak anlaşılmaktadır. Mesela,Bucak,Bedir(lü), Seydi Ali Kethüda, Davud Kethüda, Ebulhayr Kethüda, Alibeğece, Fidaverende, Satılmış-ı Bayram, Çamaş, İhtiyar, Şayiblü, Sevdeşlü(Ulubeğlü),Mustafa Kethüda,Şemseddin Kethüda ve Pir Kadem Kethüda veled-i Çakır gibi şahsiyetler,ya bizzat kendilei ya da babaları, bölüklerinin başında bizzat fetihte aktif rol oynamışlar ve bölükleriyle birlikte fethettikleri bölgelere yerleşerek bu sefer de o bölgenin yöneticiliği görevini üstlenmişlerdir. Böylece bölge orayı feth eden kişinin şahsiyetiyle şahsiyetlenmiş ve yeni bir kimlik kazanmıştır. İdari birim adları arasında,şahıs adları dışında altı ad vardır: Bunlardan biri,Ordu bi-ism-i’Alevi’dir.Bu,HacıEmiroğulları ailesinin mensup olduğu cema’atın adıdır. Türklerin devlet merkezini Ordu olarak adlandırması geleneğinden gelmektedir.Nitekim Taceddinoğulları Beyliği’nin merkezi olan ve bugün hala Çarşamba’nın güneyinde varlığını koruyan köyün adı da Ordu’dur.Diğer iki birim ise ,yine Türk geleneğine dayalı olarak,tabiatın durumunu bildiren Elmalu ve Kıruk-ili adlarıyla tesmiye edilmiştir.Sadece üç birim adı ise yerli halkların daha önce verdiği adlardan gelmektedir.Milas,Hafsamana ve Bolaman.
Yer adlarının fatihlerin adıyla adlandırılması sadece nahiye veya bölük adlarıyla sınırlı kalmamış, Bölük’ün muhtelif alt grupları değişik yerlerde köyler kurarak, kendi adlarını önce yönetimlerinde bulunan birkaç aileden oluşan zümreye,sonra da bunların yerleştiği köye veya ekip biçtikleri mezra’aya da ad olarak vermişlerdir.1455 Tarihli Tahrir Defteri’nde bu köy adlarıyla şahıs adlarının özdeşleştiği yüzlerce örnek görmek mümkündür. Mesela Defter’in bir yerini tesadüfen açalım. Karşımıza çıkan Şevdeşlü’nün kaydı aynen şöyledir. “Karye-i Sevdeşlü, yurd-ı evlad-ı Sevdeşlü ; eşküncü müsellemlerdir (s.219). Buradan anlaşılan şudur: Köy Sevdeş adındaki bir Türk ve ona mensup olan kişiler tarafından kurulmuştur. Bunlar, müsellem adı verilen askeri gruba mensupturlar ve halen bu görevi ifa etmektedirler. Bu köyün arazisi, fetih hakkı olarak Sevdeşlü oymağının yurdu olmuştur. Bu nottan sonra Defter’de yirmi iki aile reisinin adları ve görevleri sayılmıştır. Hepside müslüman Türk olan bu kişilerden kimisi müsellem kimisi yamaktır. Aralarında imam ve şeyhler de vardır. Sevdeş adı, bugün hala yaşamaktadır. Zira bu köy bugün Aybastı’ya bağlı Alacaklar köyü- nün Sevdeş mahallesi olarak varlığını muhafaza etmektedir. Bunun gibi yüzlerce örnek saymak mümkündür. Çünkü 1455 yazımı sırasında adları zikredilen köylerin sakinleri arasında baba adı, söz konusu köyün adıyla aynı olan şahısların hayatta oldukları Görülmektedir. Mesela Beğmiş oğlu Davud’un kethüdalık yaptığı köyün adı Beğmiş-lü’dür. Hacı Ahmed oğlu Melik Ahmed’in oturduğu köyün adı Ahmed’lü, Musa Dede oğlu Şeyh Pir dede’nin Şeyhlik yaptığı köyün adı Musa-Dede’dir. 1455’te yaşayan şahısların veya babalarının adlarının köy adlarıyla özdeşleşmesi olgusu, bu köylerin en fazla bir nesil önce adı geçen kişiler tarafından kurulduğunu ve iskan edildiğini göstermektedir. Hemen hemen fetihten 65-70 yıl sonra yapılan bu Tahrir Defteri’ne kaydedilmiş bulunan aile reislerinden hareketle yapılan hesaplarına göre, o günkü Ordu Vilayetinin nüfusu 6651 müslüman Türk ve 526 Hristiyan Rum ailesinden ibaretti. Hristiyanlardan 360 aile, Selçuklular zamanında fethedilmiş olduğunu sandığım Milas (Mesudiye)’da Yaşıyorlardı. Burası Canik dağlarının güney yakasında önemli bir kale idi. Türklere teslim olarak Zimmi statüsüne girmiş olmaları muhtemeldi. Canik yaylalarında sahile ve Fatsa’dan Giresun’a Uzanan sahada, yani Orta Karadeniz’in kuzey yakasında ise, sadece altı yerde Bolaman, Vona, Öksün, Bendehor ve Habsamana kalelerinde Hristiyan halka rastlanmakta idi. Bunların toplamı 166 Haneden ibaretti.öyle zannediyorum ki, bunlarda fetih sırasında adı geçen kalelere sığınmışlar, Fakat dört bir yandan kuşatılmış vaziyette olduklarından ve kurtuluş ümitleri de kalmadığından daha sonra teslim olarak zimmi statüsünde Türk hakimiyetini benimsemişlerdir. Bunların, bölgeye fetihle Birlikte yerleşen Türk nüfusuna göre nispetleri son derece düşük olup % 7,9’dan ibaretti. Türk öncesi yerli halkın geriye kalanı, yukarıda bahsettiğim yüz yıllık mücadele süresince ve özel- lkle de son fetih sırasında ya kaçmış, yada savaş meydanlarında yok olmuştu. Türk hakimiyetine giren Hristiyanlardan ihtida ederek müslüman olanlar yok denecek kadar azdı. Zaten fetih sırasında ve sonrasında teslim olan ve zimmi statüsüne geçen Hristiyanlar varlıklarını Milli Mücadele dönemine kadar devam ettirmişler ve Yunanistan’daki Türklarla mübadele edilmişlerdi. Semerkand’a giderken 1402’de Ordu bölgesinden geçen İtalya Seyyah Clavijo bu bölgenin “Erzamir (Hacıemir) adında bir Türk beyinin elinde olduğunu ve kumandası altında 10,000 kişiden oluşan bir süvari ordusu bulunduğunu belirtmektedir. Bu rakamı Fatih döneminde Ordu yöresinde yaşayan müslüman Türklerin aile sayısını gösteren 6651 rakamıyla karşılaştırırsak ilgi çekici bir sonuç çıkarı- labilir. Öyle ki, Clavijo’nun asker olarak bahsettiği kişilerin normal aile reislerinden başkaları olma- dıkları söylenebilir. Çünkü bu iki rakam birbirine yakın gözükmektedir. Aradaki fark, öyle zannediyorum ki, Fatih döneminde Ordu’ya bağlı olan ve İskefsir diye adlandırılan Reşadiye’nin nüfusunun defterin bu bölümünün eksik olması yüzünden bu nüfusa dahil edilmemesinden ve Hacıemiroğulları Beyliğinin Fatsa-Ünye arasında da yerleri olmasında kaynaklanmaktadır. Bu yörelerin nüfusu da dahil edildiğinde, hemen hemen Hacıemiroğulları nüfusunun 10,000 Aileden oluştuğu söylenebilir. Bu anlatılanlar içinde “Türk milleti ordu-millettir özdeyişinin tarihi gerçekliğini görmek Mümkündür. Görüldüğü gibi bölgenin fethi ve iskanı Türk boy ve oymaklarının, sadece asker nite- likli üyeleri tarafından değil, bütün aile fertlerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Zaten her aile reisinin asker olarak değerlendirildiği görülmektedir. Dolayısıyla Ordu yöresinin fethi, profesyonel orduların bir bölgeyi veya ülkeyi fethetmesine benzemektedir. Bu sebeple ben bu türlü fethe, iskan yoluyla vatan edinmek üzere toptan fetih hareketi diyorum. Ve öyle zannediyorum ki, yukarıda tarihi belgelere dayanarak açık seçik göstermeye çalıştığımız fetih ve iskan biçimi, Selçuklular Anadolu’ nun büyük bir bölümünde uygulanmış olan ve bu ülkedeki nüfus ve kültür yapısının temelini oluşturan fetih ve iskan biçimidir. Bu hareket Osmanlılar tarafından Batı Anadolu’ya ve Balkanlara doğru devam ettirilmiştir. İşte Ordu yöresinin tarihi, fetih sonrası bölgede kalan %7,9’luk yerli Hristiyan halka (526 hane) Nüfusun geriye kalan büyük kesimini oluşturan 6651 hanelik müslüman Türk nüfusun ve daha sonra Bu nüfusta meydana gelen değişmelerin tarihi demektir. Hristiyanların nüfusu, 1485’te %5.5’e Düşmüştür. Geçici bu dönemde Türklerin nüfusunda da azalma vardır. Çünkü 1461’de Fatih Sultan Mehmed tarafında Trabzon İmparatorluğu ortadan kaldırılmış ve bölgenin nüfusu doğuya doğru kaymıştır. Ancak bundan sonra Türk nüfus büyük ölçüde arttığı halde gayrımüslim nüfus önce azalma Trendine girmiş daha sonra çok yavaş bir artışla, 1613’lerde ancak 594 haneye yükselebilmiştir. Bunun da 593 hanesi Mesudiye!dedir. Bir Hristiyan hane de Şemseddin nahiyesinde yaşamaktadır. Bunun dışında bölgede hiçbir Hristiyan nüfus kalmamıştır. Türklerin nüfusu ise 20.970 haneye yükselmiştir. Toplam nüfus içinde Hristiyanların oranı sadece %2.’dir. Daha açık bir ifadeyle diyebiliriz ki XVII. Yüzyıl başında batıdan doğuya Fatsa- Giresun ve kuzeyden güneye Karadeniz ile Mesudiye-Reşadiye arasında kalan bölgede, müslüman Türkler dışında hiçbir etnik zümre yoktur. Ancak XVIII. Yüzyıldan itibaren, özellikle XIX. yüzyılda bölgeye bir Hristiyan nüfus akışı Başlamıştır. Bunlar genellikle şehirlere yada o zamana kadar boş olan güzlere yerleşmişlerdir. Siyasi amaçla yerleştikleri sezilmektedir. Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesi zayıfladıkça bunlar Türklere karşı harekete geçmeye başlamışlar, bölgede kargaşa çıkartmışlar; bu uygunsuz hareketleri İse onların Milli Mücadele’den sonra Lozan Antlaşmasıyla ülkeden çıkartılmalarına sebep olmuştur. Aile bazında değil fert bazında bir değerlendirme yapacak olursak, Ordu yöresinin yukarda belirttiğimiz sınırları içinde genel nüfus 1455 yılında 36.855 iken bu rakam 16.13’te 72.689 olmuştur. Nüfus bu dönemde artmıştır ama bölge için önemli bir yoğunluk ifade etmez. Zira Bugün aynı bölgenin bazı ilçelerinin sırf merkezdeki nüfusları neredeyse bu rakamlar civarındadır. Söz konusu nüfusun diğer bir özelliği de dinamik ve genç bir nüfus oluşudur. Evlilik çağına gelmiş fakat henüz evlenmemiş genç erkeklerin toplam nüfus içindeki oranı ; 1455’te %9 iken, 1613’te %40’a çıkmıştır. Klasik Osmanlı döneminde bu nüfusun sosyal yapısı, şöyle bir manzara arzediyordu. hemen belirtelim ki, bölgede şehirli yoktu. Çünkü bu dönemlerde sözkonusu bölgede şehir Denilebilecek yer yoktu. Bölgenin kaza merkezi olduğu anlaşılan bugünki Eskipazar’da 1455’te 16 hanelik cemaat-ımuhterife edilen iş sahipleri ve zanaatkarlar grubu ile 19 hanelik Cemaat-ı Alevi denilen başka bir grup vardı. Bölgeye ilk yerleşen Türkler olduğu anlaşılan bu gruplar maktu bir vergi veriyorlardı. Bunlar arasında kadının ve subaşının hizmetkarları da yer alıyordu. Ayrıca Eskipazar’da kadimlik yurtlarında ekip biçerek yaşayan ve vergi vermeyen 47 hane mevcuttu. Utoz yıl sonra bu gruplar kaybolmuştur. Bölgenin yönetimi tımar beylerinin elindedir. Bölgede 1455’te 224 tımar beyi görev yapmaktadır. Bunların yarıya yakınının tımar beyi olmaları dışında özel bir görevleri yoktur. Nemli bir kısmı Mesudiye ve Gölköy kalelerinde dizdar veya mülazım olarak görev yapmaktadır. Bu dönemlerde Gölköy kalesinin en önemli merkez olduğu anlaşılmaktadır. Din görevlilerinden de tımar sahibi olanlar vardır. Bunlar şeyh, halife, fakih, baba gibi ünvanlara sahiptirler. Diğer bir mahalli yönetici grubunu ise, subaşı, divanbaşı, kethüda, çeribaşı, tamgacı, müsellem, korucu gibi görevliler teşkil etmektedir. Bunların dışında tımar beylerinin %20’sini de ağa çelebi, bey, mir, emir, şah gibi ünvanlar taşıyan kişiler oluşturmaktadır. 1455’te tımar beylerinin sayısı %65 oranında artarak 344’de çıkmıştır. Gözlenebilen bir başka değişme de, özel görevi ve ünvanı olmayan tımar beylerinin oranının Oldukça yükselmesi (%69), kale dizdar ve mülazımlarının oranında (%16) küçük bir artışın Olması, diğerlerinin ise azalmasıdır. Burada Osmanlıların bir beylikten devraldığı bölgede mahalli açıdan bir standardizasyona doğru gidişi gözlenmektedir. Tımar beylerinin gelir durumlarında tam bir denge olduğu söylenemez. 1455’te geliri 1000 akçenin altında olanların oranı %51’dir. Sadece %8’i beş bin akçeden daha fazla dirliğe sahiptir. 1485’te ise bin akçe ve daha aşağı dirlik sahibi olan tımar beylerinin oranı %71’e çıkmış, dört bin akçeden fazla gelire sahip tımar beyi ise kalmamıştır. Tımar sahibi yöneticiler dışında Ordu yöresinde yaşayan halkı, vergi mükellefleri müsel- lemler, mülk sahipleri, vergi vermeyen fakat bölgede herhangi bir kamu hizmeti gören muhtelif zümreler, düşmüş sipahiler ve sipahizadeler, yaşlılar ve sakatlar gibi bir takım gruplara ayırmamız mümkündür. Yukarıda belirttiğimiz gibi, klasik Osmanlı döneminde bölgede şehir hayatı olmadığından, halkın tamamının tarımla uğraştığını söyleyebiliriz. Ancak bunlardan bir kısmı Kendilerine tahsis edilen arazileri işlemek ve devlete vergisini vermekle yükümlü bulunurken, vergiden muaf olan diğerleri sırf geçimlerini temin etmek gayesiyle tarımla uğraşmak zorundaydılar. Bölgemizde vergi mükellefi çiftçi ailelerinin nisbeti 1455’te 564 iken 1520’den itibaren %96’lara yükselmiştir. Bu değişimde rol oynayan faktörler arasında, müsellem denilen askeri grupların ve sayyad denilen avcıların statülerinin değiştirilerek vergi mükellefi kılınmaları da Vardır. Ancak bu değişikliğin asıl sebebi Ordu ve yöresinin, daha önce bölgeyi fethedenlerin oluşturduğu bir beylik idari yapısından Osmanlı İmparatorluğu’nun merkeziyetçi idaresi altında bir kaza statüsüne dönüştürülmüş olmasıdır. İlhaktan hemen sonra sosyal yapıya dokunmayan Osmanlılar daha sonra çeşitli tedbirler alarak her yerde olduğu gibi buraya da Tedricen kendi yönetim tarzlarını uygulamışlar ve sosyal yapıyı da yeniden biçimlendirmiş-lerdir. XV. ve XVI yüzyıllarda Ordu’da tam çiftliğe sahip olanların sayısı 1455’te bir iken 1613’te 14 olabilmiştir. Genelde halkın küçük bir kesimi yarım çiftliğe, geriye kalan büyük bölümü ise yarım çiftlikten daha küçük toprak parçalarına sahiptir. Toprağın halka küçük parçalar halinde dağıtılmasının arazinin çok engebeli olması dolayısıyla tarımın hayvan gücünden çok insan emeğiyle gerçekleştirilmesi zorunluluğundan kaynaklandığı söylenebilir. Ellerindeki toprağın büyüklüğüne göre çift, nim ya da bennak denilen tarımla geçinen ve vergi veren bu gruplar arasında başka işlerle meşgul olanlar ; mesela imamlar, şeyhler, fakihler, cami mimarları, kale hizmetkarları, terziler, çul dokuyucuları, bakırcılar, demirciler, semerciler, hallaçlar, yaycılar, zurnacılar vardır. Bunlar aynı zamanda çiftçilik yapan ve vergi veren meslek sahipleridir. Bunların dışında vergiden muaf tutulmuş meslek sahipleri de vardır ki onları ayrıca göreceğiz. Vergi vermeyen bu gruplardan birisi müsellemler’di. Bunlar harp zamanı sefere katılan, diğer zamanlar topraklarında ekip biçen kişilerdi. Sırasıyla sefere giderlerdi. Geride kalanlar, Gidenlere yamak olur ve onlara harçlık vermekle yükümlü bulunurlardı. Bunların Ordu bölge- sinde toplam nüfus içindeki oranları 1455-1613 yılları arasında %10 – %24 arasında değişmiş-tir. Bu artışın sebepleri arasında zaviyedarlar’ın çocuklarının da müsellem yazılmaları vardır. Bu her iki grupta bölgeyi fath edenlerden müteşekkildi. Çünkü Tahrir Defterleri’nde müsellemlerin “tutageldikleri kadimlik yurtlarıyla eşer eşküncü oldukları belirtilmektedir. Bu ifadelerden fetihten beri bu görevle yükümlü bulundukları anlaşılmaktadır. Şeyh denen Zaviyedarların da bölgenin iskanı ve Türkleştirilmesinde oynadıkları rol bilinmektedir. Stratejik mevkilere kurulan ve genelde vakıflarla desteklenen zaviyeler, geleni gideni ağırlayan misafirhaneler, haberleşme merkezleri ve kültür evleri olarak hizmet görmüşlerdir. Buraların kurucu olan şeyhlerin yatır haline gelen mezarları halk tarafından bugün bile ziyaret edilen kutsal mekanlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Halkın het yıl şölenler düzenlediği, Ulubey’in Şeyhler köyündeki, köye adını veren Şehy Abdullah ve Kabataş Kuzköy’deki Şit Abdal türbeleri bunlardan sadece ikisidir. Arşiv kayıtlarına ve bölge üzerinde yapılan folklor araştırmalarına göre fetihten XIX. yüzyıla kadar elliye yakın zaviye Ordu yöresinde görev yapmıştır. 1455’te Ordu yöresinde halkın %1’ini malikane sahipleri oluşturuyordu. Bu malikaneler, Osmanlı öncesinden kalma ağa, bey, çelebi, paşa ve hatun diye adlandırılan kişilerin oluşturduğu aristokrasinin elinde bulunuyordu. Fakat zamanla Osmanlılar bunların elindeki mülkleri çok çeşitli tedbirlerle ya tımara dönüştürerek ya da vakıflaştırarak kendi sistemlerine uydurmuşlardır. Satın alınarak yada başka yollarla devletleştirilen malikanelerin gelirleri derbendci ve köprücü gibi kamu görevi gören kişilere tahsis edilmiştir. 1613’lerde eski sahiplerinin nesli elinde kalan malikane sayısı son derece azdır. Ordu bölgesinde vergiden muaf olan diğer gruplar arasında arşiv kayıtlarında kendilerine çok seyrek rastlanan kadı, müderris ve muhassıl gibi görevliler aralarında okçu, kemanger, neccar, kürekçi, demirci, marangoz gibi ihtisas sahiplerinin de bulunduğu ve özellikle Mesudiye ve Gölköy kalelerinde görev yapan kale erenleri, saray için zağanos, şahin ve çakır tutan ve sayyadan denilen kuşçular, demir ocaklarında çalışan ve küreci denilen madenciler ve ırgadları vardır.. Vergi muafiyetinden yararlanan bir zümre de el-mu’afiye genel adıyla anılmaktadır. Bunların belgelerde kadimlik yurtlarıyla muaf oldukları belirtilmiştir. Bunlar arasında şeyh , zaviyedar, imam, emekli sipahi, yaralı, sakat, fakih, fakihoğlu, şeyh, şeyhoğlu, zaviyedar veya zaviyedarzadegan, kethüda veya kethüdaoğlu, duacı yada bu zikredilenlerin hizmetinde çalışan kişiler vardır. Ayrıca imam, hatip, hafız ve şeyhlerden oluşan ve mülazım-ı cami denilen din görevlileri cema’at-ı ulema yada cema’at-ı Hilmi Dede diye adlandırılan ve din yada eğitim hizmeti gören kişilerde vergiden muaftırlar. Şeyhlerden ve Zaviyedarlardan yukarıda kısaca bahsetmiştik. Bunların hepsi de bölgenin fethine katkıda bulunan kimseler ve onların halefleridir. 1455’te toplam nüfus içindeki oranları %20 civarındadır. Hepside topluma sosyal ve kültürel hizmet sunmaktadırlar. Vergiden muaf oluşlarının sebebi budur. Osmanlı öncesinde teşekkül den bu yapılaşma başlangışta Osmanlılar tarafından da bozul- mamıştır. Fakat fetihten itibaren XVII. yüzyıl başına kadar toplumda meydana gelen dönüşümler sonucunda Ordu ve yöresinde şeyhzadeler ve beyzadeler diye adlandırabileceğimiz sosyal mevkileri ve iktisadi durumları açısından toplumun büyük kesiminden farklı ve daha üst seviyede bir zadeganlar zümresinin ağırlık kazandığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte söz konusu zadeganların sayısında son derece azalma görülmektedir. Gerçekten toplam nüfus içindeki oranları 1613’lerde %3’e kadar düşmüştür. Osmanlı döneminde Ordulular kapalı bir tarım ekonomisi yaşıyorlardı. Bölgede genel olarak hububat tarımı yapılıyordu. XVI. Yüzyılın ikinci yarısına kadar sadece buğday ve arpa ekilirken, bu dönemden itibaren bölgede mısır, mercimek, fiğ ve burçak tarımına da başlanmıştır. 1455 – 1485 yılları arasında nüfustaki azalmaya parelel olarak tarım üretiminde de azalma gözlenmektedir. Bu tarihten itibaren üretim artışları kaydediliyor. 1455’te 5.665 ton buğday üretilirken 1613’te bu rakam 6.900 tona yükseliyor. Gerçi üretim artışı nüfus artışının gerisindedir. Aynı tarihlerde kişi başına düşen buğday 153 kilodan 95 kiloya inmiştir. Bu düşüş devam edecektir. 1945’lerde Ordu merkez kazasında kişi başına sadece 4.5 kilo buğday düşüyordu. Bu sebeple1485’ten itibaren buğday ve arpa fiyatlarında artışlar meydana gelmiş; fiyatlar, 1547’de ikiye, 1613’te ise üçe katlanmıştır. Buna rağmen tahıldaki 158 yıllık fiyat artışı 52.8’dir. Bu rakam Osmanlı klasik döneminde Ordu ili yöresinde istikrarlı bir ekonomik yapının mevcudiyetine delalet etmektedir. Buğday ve arpa üretiminin nüfus artış hızı ölçüsünde seyretmemesinin bir sebebi de, 1547’den itibaren bölgede mısır üretiminin başlamış olmasıdır. Gerçi mısır üretimi de söz konusu dönemlerde önemli bir yer edinememiştir. Zira kişi başına düşen mısır 5 kg civarındadır. Daha sonraki asırlarda mısır üretiminin payı nispeten artsa da bu tarım ürünlerinin hepsinin yerini XIX. yüzyıl içinde yaygınlaşan ve asrımızda yörenin en önemli ürünü haline gelen fındık üretimi alacaktır. Ordu ekonomisinde arıcılık önemli bir yer tutmaktadır. 1455 yılından itibaren, Kovan sayısının seneden seneye arttığı görülmektedir. Çünkü tabiat arıcılığa müsait bir yapıya sahiptir ve arıcılık için fazla insan gücüne ihtiyaç duyulmamaktadır. Bilindiği gibi bugün de Ordu’da arıcılık ileri seviyededir. Bu bağlantı, ekolojik ve tarihi kültür ortamının buluştuğu nokta gibi gözükmektedir. Osmanlılar döneminde Ordu bölgesinde, hayvancılık önemli bir yer tutuyordu. Kaynaklardan özellikle koyun üretimi 1547’lere kadar bir artış tirendi göstermiş fakat sonraki yüzyıllarda düşmeye başlamıştır. Kişi başına düşen koyun 1455’te 0.34 iken, bu pay 1547’de 1.5’e çıkmış, 1613’te ise bire inmiştir. 1971 rakamlarına göre ise Ordu’da bir çiftçi ailesi başına 1.1 küçük baş hayvan düşmektedir. Bu da bölgemizde küçük baş hayvan üretiminin XVII. yüzyıldan bu yana sürekli azaldığını göstermektedir. 1390’larda bölgenin fethinden itibaren 1960’lara kadar Orduluların hayatı köylerle yaylalar arasında mevsimlik göçlerle geçiyordu. Bu tarım ve hayvancılığın birarada yapılmasından kaynaklanıyordu. Zira hayvanların ilk bahardan itibaren tarım yapılan köylerden önce güzlelere sonra da yaylalara doğru uzaklaştırılması gerekiyordu. Sonbaharda tekrar hayvanlarla birlikte güzleye iniliyor, kış ise kışlak denilen köylerde geçiriliyordu. Böylece zaten dar alanlarda yapılan tarım hayvanların zarar vermesinden korunuyordu. XVIII. yüzyıldan itibaren, daha önceleri oldukça boş olan sahillere doğru da inilmeye başlandı. Bugün sahilde yer alan bütün kasabalar bu dönemden itibaren teşekkül ettiler. Hatta, Ordu şehri bile bugünkü yerinde XVIII. Yüzyıl sonlarında teşekkül etmeye başlamıştır. Bununla birlikte bütün bu kasabaların köy görünümünden kurtularak şehir havasına bürünmeleri ancak XX. yüzyıl içinde gerçekleşecektir. Bölgenin son üç yüzyılının tarihi ile ilgili kaynaklar henüz tahlil edilerek ortaya konulmamıştır. Bununla birlikte söz konusu kaynaklar üzerinde, yukarıda bahsettiğimiz proje çerçevesinde çalışmalar sürdürülmektedir. Ayrıca saha üzerinde folklor araştırmaları çerçevesinde, kültür varlıklarının envanteri yapılmakta, kültür unsurları derlenmekte; hatta beşeri coğrafya açısından bir çalışma yürütülmektedir. Bunlar gün ışığına çıktıkça, yakın çağlarda ve günümüzde, Ordu yöresinin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı ve bu yapıdaki değişmeler daha iyi anlaşılacak ve geleceğe yönelik kalkınma projelerinin zeminini oluşturacaklardır.
Not: 1945 Ordu Kabataş Doğumlu olup, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanıdır. Osmanlı Tarihi, Vakıflar ve Türk Kültürü ve Medeniyeti konularında 100’e yakın makale, kitap ve çalışmaları vardır.