Çepnilerin Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleştirilmesindeki Rolleri

Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha Sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşını kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve Batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen Boyları en yoğun olarak, Antalya-Denizli-Isparta Bölgesi (200.000 Çadır), Kütahya-Eskişehir Bölgesi (30.000 çadır), Kastamonu Bölgesi (100.000 çadır), İçil Bölgesi, Malatya-Maraş Bölgesi, Kuzey Suriye, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir. Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerinin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak Öğrenememekle birlikte XIII. Yüzyılda bu bölgeye hakim olduklarını Ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar Da güçlü olduklarını biliyoruz.

 

Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımdan İstifade etmek isteyen Giorgi, Karadeniz ticareti için çok büyük Önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir Donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle Denizde karşılayan (Türkân-ı Çepni) Çepni Türkleri tarafından mağlup Edilerek geri püskürtülmüştür. Bu olayı Ibn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’I-Ala’iye (Selçuk Nâme) adlı eserinde  Şöyle anlatmaktadır: O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri Komutanı) Taybuğa gelerek, Canik hükümdarı (Caniti) asker vecephane (zeredhane) dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi. Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan Komutanlar (server) onlara karşı koyarak, onları ateş ve su arasında Sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler. Her tarafı yerle Bir ettiler. Onları kahrederek her şeyden mahrum, mahzun ve ümitsiz Bıraktılar dedi.

 

Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepnilerin o dönemde Hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir. Bu çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili her hangi Bir delil yoktur ama, bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin Sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır. Bryer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum imparatoru II. Jean (Yuannis) zamanında (1280-1297) Türkler Ünye (Halibia) yöresini Fethetmişlerdir. Bu Türkler’in Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos’a göre İmparator Giorgi (1260-1280) hükümdarlığının 14. Yılında yani 1280 Yılında Toresion dağında Türkmenler’ e tutsak düşmüştür. Panaretos, II.Jean’ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde Bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayr-i meskun bir duruma Gelmiştir. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu Büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey Ailesidir.

 

İmparator II.Aleksios (1297 -1330) 1301 Eylül’ ünde Giresun’ a Gelip oradaki Türk Türk beylerinden Küçük Ağa(?)’Yı ağır bir Yenilgiye uğratmıştır. Yine Panaretos da Bayram Bey’in bir pazarı Ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada Bir beylik kuran (Bayramlu beyliği) Bayram Bey’ e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenler de geniş çapta fetihlere Girişmişlerdi. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi Köy’ e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.

1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran’ı Zaptettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon İmparatorluğunun sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan İmparator III.Aleksios elden çıkmış olan Şiran’ a gelmiş, tahribatta Bulunmuş ve orayı kuşatmış tutsak almış ise de dönerken az sayıda Bir Türk’ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik Halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak Alınmış, imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos Güçlükle Trabzon’ a gelebilmişlerdir. İmparatoru mağlup ve kaçmaya Mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.

 

Ertesi yıl (1356) imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek Noeli Giresun’da geçirmişler ve Yasun Burnu’nda ”Epifani” Kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü. Ertesi yıl (1357) Bayram Beğ’in oğlu Hacı Emir Beğ kalabalık bir Asker ile Maçka yöresine kadar gelerek orayı yağma ve talan ettikten Sonra geri dönmüştür. Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurdukları sanılmaktadır.

 

İmparator III. Aleksios, 1380’de Tirebolu yöresine gelerek (Mart), Harşit çayının sağ kıyıısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede Bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere Gönderdikten sonra, yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerle Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepniler’in kışlağına kadar gitmiş  Ve onların çadırlarını yıkmış, yakmış öldürmüş ve Çepniler’in Elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönüp, Vakfıkebir’ deki Büyük Liman’ da birkaç gün kalmıştır. Daha önce gönderilen 600 kadar Yaya askere gelince onlar, Kotzanta (Kürtün yöresi, Suma Kalesi) Yöresine bir akın düzenleyip yakıp yıkmışlar ve adam öldürmüşler Dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar Dövüşmüşler ve bu yüzden Türkler’ den birçokları ölmüşlerdir. Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek, kadın ve çocuk olmak Üzere 100′ den fazla insan hayatını kaybetmiştir.

 

Görüldüğü üzere imparator Çepniler’e karşı bir öç alma seferi Düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır. Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen XIV. Yüzyılda kuzeye doğru İlerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları Kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır. Onlar ertesi yüzyılda kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.

Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Beyin Torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey de 1397’lerde Giresun’u Fethetmiştir. XV. Yüzyılın başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.

 

Çepniler XIV. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt Edinmişlerdir. Bu yurtları kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler, Kürtün’den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt Edinmişlerdir.

 

Doğu Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşit Vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşit Vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha Ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu Tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar İlerlemiş ve bir takım küçük beylikler kurmuşlardır. Demek Suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.

 

XIV. Yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık Bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin, 1348 yılında Erzincan Hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt valisi Mehmed, Akkoyunlu Tur Ali Bey, Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a Düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra Alamayarak geri döndükleri görülmektedir. 1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden Ispanyol Elçisi Ruy Gonzales de Clavijo (Klaviyo) Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki Yerlerin Kabasitanlı derebeyler elinde olduğunu; Çabanlı (Çepni) Türkleri’nin bunlarla savaşıp yıldırdığını bildirmektedir.

Yine Klaviyo’nun  Bu dağların ve kalelerin hâkimi olan Kabasika, Bize, nasıl yaşadığını anlatmağa başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde Ömür sürermiş. Bu havali şimdilik (Temür’ün korkusundan) sükûn İçinde yaşamakta ise de, daima (Bayburt-Ovası batısında Sinür Köyünde ocakları bulunan Bayındurlu/ Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki Çepnilü) Türklerin Taarruzuna uğrarmış.  Ertesi (2 Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık. Buradakiler de gelip bizden para Aldılar(Zegana’dan beri dört yerde). Yolumuza devam ettik. Öğleden Sonra bir vadiye vardık. Orada Çabanlı ( Çepnilü ) Türklerine ait Bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta Yerde <<Ulu Kal’a>> ) bulunduğunu anladık. Kabasika ve bu Türkler Arasında harp vaziyeti devam ettiğinden, Kabasika’nın adamları bize Bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar şeklindeki Açıklamalarından da anlaşılacağı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfuz Bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.

 

XIV. Yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru İlerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını Yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor. XV. Yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un Doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin Oturduğunu bildiriyor.

 

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele, Tirebolu, Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik Yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır. Daha sonraki yıllarda da doğuda Gürcistan sınıosmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır. Ayrıca, Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli-Giresun- Tirebolu-Eynesil Arasındaki kırsal kesime hakim olan Çepni beylerinin fetihte Osmanlara yardım ettikleri, elde edilen başarılarda rol oynadıkları, Fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet vetımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından Anlaşılmaktadır. Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem Olarak hizmete alınmış, cami ve zaviyelerde görevlendirilerek Vergiden muaf olmuşlardır. Halkın geri kalanının ekseriyeti de Muafiñ (vergiden affolunmuşlar) sayılmıştır.

 

XV .yüzyılın ikinci yansında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölgedeki köyler arasında Hiçbir Hıristiyan köyü yoktur. Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun, Tirebolu ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar. Bu yüzyılda köylerde Oturan Çepnilerin darı ektikleri, bal istihsal ettikleri, meyve Yetiştirdikleri; köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının Bulunduğu, palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde Edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği; ilk zamanlarda Köylerde fazla koyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun Vergisi de ödediği otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeğe başlandığı Verilen bilgiler arasındadır. XV. Yüzyılda bazı kaynaklarda Çepniler hakkında verilen malumat hiç de iç açıcı değildir. Trabzonlu coğrafyacı Mehmet Âşıkî Menâzirü’l Avâlim adlı eserinde Lazlar ve Çepniler hakkındaki görüşlerini şöyle belirtiyor:

 

Trabzon’un canib-i cenûb-i şarkisi cibal-i Laz’dır. Cins-i Laz’ın Müslim ve Kâfiri, dağ canavarmdan bed-terdir. Hayif Trabzon gibi Belde-i haseneye ki, kavm-i Laz’a makardır. Ve bir garib dahi budur Ki, Trabzon’un canib-i şarki ve cenûbisi cibal-i Laz olduğu gibi,Cânib-i garbi-i cenûbisi cibal-i Çepni’dir ki Etrak’dan kaba Yaratılışlı ve kötü ahlaklı (Alevi), ve lûgatleri türki lügatinin Agrebidir. Ve suret-i ehl-i islâmda bir alay Râfızi-i Bidindir.Cehele-i avâmı, Şâh-i Revafızı (Safili Kızılbaş Şâhlarını), Haşa, Ulûhiyyetden dûn mertebe üzere itikaad etmez. Ve belde-i Tırabuzon, bu iki taraf-ı mezbele arasında cevher-i kıymet-var bir Belde-i metini-i üstüvardır.

 

F.Kırzıoğlu aynı eserinde Koyu Alevi-Kızılbaş olan Trabzon Çepnileri’ne Ardanuç ile Hınıs gibi Osmanlı-Iran serhaddine yakın Kalelerde bile askerlik vazifesi verilmemesine dikkat edildiğini, İstanbul’dan gelen arzlardan öğreniyoruz der.

 

Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde Laz-Çepni Çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu, on sekizinci yüzyılın İlk yarısında şehir, kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet Otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen, birbirlerini çekemeyip Aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma derecesine çeviren âyanlardan Bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki Bu tür âyanların Lazlara, batısındakilerin de Çepnilere Dayandıklarını, her ikisi de aynı boyun çocukları olan bu iki Zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona Erdirilişini şöyle anlatıyor:

 

Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni, gerekse Laz ağaları bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağalarından başka devlet adamı ve ağa Konaklarından başka hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin Özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir Derebeyi, silâhlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde Şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da Pansazade Ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ve ağaların hükümet gözündeki Değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü İspatlayan ağayı hükümet de kendine kazanmak ister ve ona meselâ (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verirdi. İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1738’de ( Çeteci Abdullah Paşa ) Trabzon Valiliğine getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni Mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki Çatışmayı bastırdı.

Tirebolu’lu (Hüseyin Avni) Alparslan Trabzon Eli Laz mı? Türk mü? Adlı eserinin Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi adlı Bölümünde Şakir Şevket’ in Trabzon Tarihi’nden şu bilgileri Aktarıyor: İkinci Mehmed Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan Sonra ovadan yüzbin Çepni Türkü geldi, Tırabuzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistan’dan) Iran toprağına Göçmüş! Kızılbaşlığı öğrenmiş! Bunlar, İran’da tek durmamış! Uslu Oturmamış! Bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş! Bunlar Da, Anadolu’ya geçmiş!

 

Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüzbin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyükliman’da bulunmak üzere, Tırabuzon tigresine Yerleşmiş!? Birtakımı da batıya doğru yürümiiş! Balıkesir, İzmir Yanlarına yayılmış! İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilikten çıkmış! Ancak Balıkesir, İzmir tigresindeki Çepniler, Çepniliklerini korumuş!?

Tırabuzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş derebeğleri Sünnî Olmuş da, bunları gitgide sünnî yapmış, Kızılbaşlık kalmamış! Böyle. Ancak Giresun’un, Tirebolu’nun, Görele’nin yüksek köylerinde, Kürtün’de bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!? Kürtünin Şeyhli köylülerine ne türlü and versen, korkmaz ! Ancak: Ahıl Baba, Pahıl Baba, Güvende Şeyhi, Vazalak Şeyh, Tur Eri, Horuz Evliyası ocağına güm güm dabanca sıksun mu! Der isen korkar, İşin doğrusunu söyler imiş!!! İşte Kızılbaşlı izleri!

 

Faruk Sümer’in konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler Ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul Eder. Hatta Kanuni’nin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla Gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline Geldiğini, bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan Kaldırdığını, ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından Doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnileri’nin diğer Bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Sartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini,Ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere alınmalarının Yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının Emredildiğini kaydeder. Ama, bu Çepnilerin Trabzon Çepnileri Olamayacağı kanaatindedir: Bir ilim adamı o/arak vazifemiz gerçeği Bulmaktır. Değil ise bizim için Sünnî ve Alevi vatandaşlarımız Arasında asla bir fark yoktur. Türk kültürünü almış her vatandaşımız İlmen yani gerçek olarak Türk’ tiir. Bu insanın hangi millete Mensup, olduğunu o insanın almış olduğu kültürü belirler, kanın hiç Bir rolü yoktur. Yani bir insana, ben Türküm, ben Arabım, ben Fransızım ,, sözünü kanı değil kültürü söyletir. Bu söylediklerimiz İlmin sözüdür. İlmin sözü ise gerçeğin ifadesidir. Arap ülkelerinde Pek çok insan dedelerinin Türk asıllı olduğunu söylerler. Sen Nesin? Diye sorunca ben Mısırlıyım, Cezayirliyim, Arabımder. Haklıdır. Çünkü, o Arab kültüründe yetişmiştir ve Türk kültürüne Yabancıdır. Dedesinin Türk asıllı olması ona Türküm dedirtmiyor. Fakat içinde büyüdüğü Arab kültürü ona ben Arabım dedirtiyor. Bir De şu hususu belirtmeliyim. Türkiye Türkleri Orta Asya’da yaşarken De mongol yüzlü değil düz yüzlü idiler. Bu hususu pek açık bir Şekilde gösteren vesikayı Oğuzlar’ da yayınlamıştım. (s. 48, haşiye 194). Türkiye Türklerinin gerçek tipini Toros dağlarında yaylaya Çıkan Yörükler temsil eder. Mukayese yapmak isteyen onlar ile Yapmalıdır. Sonra, Orta Asya’daki/erin saf olduğu da nasıl Söylenebilir.

 

XVI. Ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, Gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını Taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isim/eri, onlardan Pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor. Diğer taraftan az Yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler Bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi Vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık Rastgeliniyor. Kısaca onlar asla karacahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. Yüzylın ikinci Yarısı ile XVI. Yüzylın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibibidin dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir Taraftan Safevî propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden Alıp kendi kullarına ve kul oğullarına ( yani devşirme zümresine Mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.

 

Çepnilerin Alevi sayılmasının başka nedenleri de vardır. Onların Safevî Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevî Devletinin kurucusu Olan Şah İsmail’e olan yakınlıkları bilinmektedir. XIV. Yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin Ishak adlı bir şeyh Tarafından, Sünnî-Şafii ilkelerine göre kurulan Safevî tarikatının Başına geçemeyince Anadolu’ya gelen ve burada başta Halep Türkmenleri, Dulkadırlı ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamı Olmak üzere diğer Türkmenlerin de birçoğunun kendisine mürid yapan Şeyh Cüneyd’in bu müritleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu’dan topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müridleri ile İran’a Giden ve Akkoyunluları yenerek 1501 yılında Safevî Devletini kuran Torunu Şah İsmail’in de yanında Çepniler vardır.

 

Şah İsmail’in Safevı Devletini kurmasından sonra Anadolu’dan İran’a göç eden Türkler arasında da Çepniler vardır ve bunların Büyük bir kısmı veya tamamı Doğu Karadeniz Çepnileridir. Çepnilerin İran’dan çıkarıldıktan ve Doğu Karadeniz bölgesine Geldikten sonra burada Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yerleştikleri, sayılarının da 100.000 civarında olduğu rivayet Edilmektedir.

 

Osman Turan da bu bölge Çepnilerinin önceleri Alevi olduklarını Sonra Sünnileştiklerini belirtiyor: Mehmet Âşıkî (XXI. Asır) Memleketi hakkında güzel bilgiler verirken batı ve güney Taraflarının Çepni Türkleri ile meskûn olduğunu ve bu sebeple bu Havalideki dağlara Çepni Dağları denildiğini henüz basılmamış olan Menâzır’ül Âvâlim adlı eserinde yazar. Trabzon’un güzelliklerini Ve meziyetlerini tasvir eder ve överken batıda Rafizi (Alevi)  Çepniler; doğuda da kısmen Müslüman olmamış Lazlar arasında Kaldığından dolayı üzüntülerini belirtir dedikten sonra, Birçok Göçebeler gibi Alevi olan bu Çepniler zamanla Sünnileşmiş ve Lazlar Da tamamen Müslüman olmuştur. Sürmene ve Araklı kazalarında yaşayan Çebi adını taşıyan kalabalık ailelerin de Çepnilerden olduğu anlaşılıyor. Ermeni tarihçisi Minas Bıjıkyan da, Görele’den Bahsederken, Geleneksel bir rivayete göre bura halkı Çepni denilen (çıra söndürenler) den terekküb eder. Putperestlikten kalma adetleri Olan bu halk senede bir defa kadın erkek beraberce şenlik toplantısı Yapar ve geceleyin bütün ışıkları söndürerek, Putperestler gibi Akraba ve kardeşi ayırtmadan birbirine karışır ve iğrenç Hareketlerde bulunurlardı. Bu adet şimdi kalmamışsa da, çoğu namaz Kılmaz ve sarhoşluğa itibar ederek çok içerler demektedir.

 

Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde 1515-1516 Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, Vilâyet-i Çepni (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer Defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul Ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepniler’le meskûn olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir Bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Âşık, yazdığı Menâzirul-Evâlim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak Yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor. Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni Beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfuzunun Daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür.

 

XVI. Yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı muaf ve müsellem, Yani, Türk köylülerinden oluşan, savaş zamanında atı ve silahı ile Savaşa katılan, buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak Toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha Sonra -Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi- müsellemliklerine Son verilip raiyyet yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri Görülmektedir. F.Sümer’e göre bunun sebebi Devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat Bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler, eskiden olduğu Gibi, Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş Sipahilerin ellerinde kalmıştır.Bu değişim bunu takip eden Ellerinde kalmıştır.Bu değişim bunu takip eden yıllarda da devam Etmiştir. Bu uygulamada, aynı dönemde Safevilerin Şeyh Cüneyd’le Başlayan oğlu Haydar ve torunu İsmail ile devam eden, hatta Uzantıları günümüze kadar gelen Anadolu üzerindeki emellerininönemli payı olmalıdır. Anadolu üzerinde uygulanan devlet Politikasının da rol oynadığını söylemek mümkündür. F. Kırzıoğlu’nun B.Kütükoğlu’undan naklettiği bilgilerden, bu yüzyılda Anadolu’da Oynanan bu oyunu daha iyi anlayabiliyoruz: devri için bir nevi Beşinci kol diye çok yerinde tanıttığı, bu gibi Kızılbaşlık Propagandaları için Mühimme kayıktlarına işaret ettiği gibi, çok Mühim ikisinin de suretini vermiştir ve (27 Ekim 1577 tarihli I.ve II. Belge) Amasya’dan Musul’a ve Teke(Antalya)den Trabuzon’daki Çepni yurdu Kürtün’e değin Anadolu’yu saran bu gibi Safîli/ Kızılbaş Dostluğu propagandası; Iran’a yapılan at, silâh ve mal kaçakçılığı İle Erdebil’e taşınan servetler korkunç sayılardaydı.

XVIII. Yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet Otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların Yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer. Devlet ilk önce mütegallibe ve derebeyi deyip bunları tanımamışsa da sonra ayan Adını vererek varlıklarını kabul etmiştir. Böylece Türkiye’nin çok Bölgelerinde olduğu gibi, Karadeniz kıyılarındaki şehir ve kalelerde De ayanlar ortaya çıktı. Bu ayanlardan, bazıları veya çoğu Çepnilerden idi. Batı’daki ayanlardan ve Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir derebeyleri ile Trabzon’un doğu yörelerindeki derebeyleri Arasında kesin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler Sonucu da kalabalık Çepni toplulukları Sürmene, Of ve Rize Yörelerine yerleştiler. Bu yerleşmeler, yerleştikleri yörelerden Başka yerlere kayda değer göçlerin yapılmasına sebep oldu.

 

Geçen yüzyılda, Sürmene kazasının sağ taraflarındaki köylerdeçepniler oturuyor ve vakit vakit komşularını rahatsız ediyorlardı. Bu yüzyılda Of’un ileri gelenlerinin kendilerini Çepnilerden Saydıkları bildiriliyor. Rize yöresindeki Kara Dere ile diğer üç Nahiye Çepniler ile meskundur. Ünlü haydut Çepni Ali Rize Çepnilerinden olup en sonunda başına 300 kişi toplayarak Rus harbine Katılmıştır. Şimdi dahi Rize yöresindeki köyleri ziyaret edenler Çepni adının hâlâ bu köylerde unutulmadığını görürler.

 

Görülüyor ki, on sekizinci yüzyılda Trabzon’un batısındaki Çepniler’le, doğusundaki Lazlar arasında uzun süren kavgalar olmuş, l738’de Çeteci Abdullah Paşa’ nın Trabzon valisi olmasına kadar da Bu kavgalar devam etmiştir. Çeteleri bastırmaktaki ustalığından Ötürü kendisine Çeteci lakabı verilen Abdullah Paşa, Trabzon’a Gelir gelmez Laz-Çepni meselesine el koymuş ve kısa sürede taraflar Arasındaki çatışmayı sona erdirmiştir.

 

Bu ayânlar halk ile hükümet arasındaki işlerde bir nevi aracılık Yapar, asayişin sağlanması, vergilerin alınması, askerin toplanarak Eğitilmesi, yiyecek ve donatımın tamamlanarak gönderilmesi gibi İşleri yürütürlerdi. Yukarıdaki açıklamalar bunların daha sonra bir Nevi derebeyi durumuna geldiğini ve birbirleriyle kavgaya Tutuştuklarını göstermektedir.

 

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Çepniler’le ilgili benzer Olayları konu alan bir çok vesikaya rastlanmıştır. Bunların biri de, Görele’deki Çepnilerin yerlerini bırakıp kara ve deniz yollarını Kullanarak Trabzon-Giresun arasındaki bölgede halkın malına ve Canına zarar verdikleri belirtildikten sonra, bunların tekrar eski Yerlerine gönderilmelerini, bu tür davranışlarına son verdirilmesini Suçluların da cezalandırılmasını emreden 1145 (1732) tarihli Fermandır. Görele’deki bu Çepniler 1732’de Espiye madeni civarında Yerleştiler ve sonra tekrar eski yerlerine döndürüldüler.

 

Trabzon’da Hıristiyan sipahiler ve onlara tabi olanlar da Anadolu’nun muhtelif yerlerine sürülerek yerlerine Tokat, Samsun, Bafra, Çorum, Amasya gibi bölgelerden getirilen ahaliler yerleştirilmiştir. Bunlara benzer daha yüzlerce belgenin tarihi kaynaklarda bulunduğu Muhakkaktır. Bunların tespitinden sonra, tarihi ve sosyolojik açıdan Meselenin daha da aydınlanması mümkün olacaktır.

 

Bir döneme ait bütün belgeleri ele geçirmeden, sadece bir-iki Belgeden yola çıkarak o devir hakkında karar vermeye çalışmanın Doğru bir davranış olmayacağı ve tarihi kaynaklarda rastladığımız, Bir çoğu Çepni Ali’de olduğu gibi şahıslarla ilgili olan bu tür Belgelerin araştırmamıza fazla bir katkı sağlayamayacağı da Düşünülerek alınmadılar. Sayıları çok olmasa da, Cumhuriyet döneminde yapılan bazı Çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmıştır. Bunların birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin İşgal ettiği mıntıka Akhisar Deresinden başlar ve garba doğru uzanır.

İkincisi, 1978-1979 yıllarında Brent Brendemoen’in Trabzon Ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir. Brendemeon, Bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayvançatak Köyünden Tepegöz hikâyesinin bir varyantını derlemiştir.

 

Brendemeon’un Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış Vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden Diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken, Doğu Karadeniz Bölgesinde, özellikle Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinin Şalpazarı Yöresinde oturan Çepnilerin hem ağız hem folklor itibarı ile Komşularından dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar Şeklindeki tespitine katılmamak mümkün değildir. Ama aynı yazarın Dil verilerimizin, Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde Önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini Söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları Arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok olması, tam aksine bu İddiayı çürütür şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin Diğer yörelerle gösterdiği ağız farkları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına Çepnilerin Bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları Şeklindeki görüşü çürütemez. Bize göre Türkleştirme den kasıt buraların Türk yurdu haline Getirilmesidir ki, Çepniler bunu, bu çalışmanın başından beri ortaya Konulan yerli ve yabancı belgelerden de rahatça anlaşılacağı gibi, Bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmadan çok önce önemli ölçüde başarmışlardır .

 

İkinci husus ise, Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk Boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya Birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla Birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok Önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli Olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı Sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu Söylenemez.

 

Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları Unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla Birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde Ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı Ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor. Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma Şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır. Eğer bugün -hiç değilse bazı bölgelerde – bozulmamış ya Da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda Sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra Yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize Gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne Rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk Boylarıyla kaynaşmışlardır. Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek Daha doğru olacaktır: Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan Diğer boyları Çepnileştirememişlerdir. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.

 

Sonuç olarak, bütün bu bilgilerden, Çepni boyunun Anadolu’ya gelen İlk Türk boyu olduğu, Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük Katkılarda bulundukları, hatta Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli Rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine Rağmen en yoğun olarak yerleştikleri, yaklaşık 700 yıldan beri Varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza Ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Asar/ Ağasar/ Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gerekseydi, eskiden Çepni Vilayeti denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar Genişletip bu bölgeye Çepni Yurdu veya Çepni Bölgesi demek doğru Olurdu.

 

Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar XVI. Yüzyıldan İtibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz İncelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da, çok detaylı ve Yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır. Ancak, Mühimmeler, hatt-ı humayunlar, kadı sicilleri, tahrir defterleri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır.